küçükpark’ın küçük insanlarının bira içmek ve birbirlerini dinlememek için bir araya geldikleri bir başka akşamda, tek başıma, azıcık alkol ve bolca ter eşliğinde bir banka çöktüm. hava çok sarhoş olup eve dönememek gibi harika bir aktivite için bile fazla sıcaktı. paketi çıkardım, içeri girmek için acelem olmadığı için sigarayı erteledim. sokaktaki insanların aceleleri vardı belli ki. hızlı adımlarla yürüyenler, koşanlar, korna çalan taksiler, bağırıp duran pilavcı, dükkanın önünden geçenlere, buyurmayacaklarını bile bile ''hoş geldiniz, buyurun'' diyen garsonlar. herkesin bir işi ve acelesi vardı. benim yoktu. hiçbir zaman acelem olmadı. en fazla bazı final sınavlarım oldu, finaller de yaza denk geldiği için koşup yetişmeye çalışırken terlemek yerine bütünlemeyi beklemeyi tercih ettim hep.
+selam, oturayım mı şöyle?
az önce içeride fatih’in doğum gününü kutlayan kızlardan biriydi bu.
buyur.
buyurdu. ağız kokusuyla üç sokak ötedeki imamın abdestini bozacak kadar sarhoştu. kimsenin buyurmaya tenezzül etmediği bir banka, daha doğrusu bir bank sakinin yanına buyurdu.
+ne yapıyorsun burada?
-müzik başlayınca içerisi bastı, hava almaya çıktım.
+peki burada ne yapıyorsun?
-nasıl?
+bu sikik mahallenin sikik barında ne işin var?
çok kritik bir soruydu bu. kritik ve beklenmedik.
-bilmiyorum. sen ne yapıyorsun?
+bira içiyorum.
-afiyet olsun.
+sen içmiyor musun?
-sen melis misin begüm mü?
+bilmiyorum.
kritik bir sorunun ardından kritik bir cevap gelmişti. soruyu soranın ve cevabı verenin yüzüne dikkatli bakmak için yeterli sebepti bu. bir sigara yaktım. o da beni yaktı. o akşamdan sonra görüşmeye devam ettik, ekimde okulu başladı, semtine döndü, bir daha görüşmedik. zaten bir daha hiçbir zaman fatih’in doğum günündeki gibi sarhoş olmadı.